Menü
Sepetin
200 TL ve Üzeri Alışverişlerinizde %10 İndirim..

Sanatsal İzlenimler

    ALTIN ORAN NEDİR?


    Altın oran, Fi (phi) sayısı olarak bilinir. Matematiksel bir kavramdır ve değeri de 1,618 dir. İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci tarafından 3. yüzyılda bulunmuştur.FİBONACCİ DİZİSİ: 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144.... Buradaki kural; her sayı (ilk ikisi dışında) kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmuştur.

     Altın oran, doğada sayısız canlının ve cansızın şeklinde ve yapısında bulunan özel bir orandır. Doğada en belirgin örneklerine insan vücudunda, deniz kabuklulularında ve ağaç dallarında rastlanır. Platon'a göre kozmik fiziğin anahtarı bu orandır. Eski Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. Göze çok hoş gelen bir orandır.Eğer bir bitkiyi dikkatle incelerseniz fark edersiniz ki, yapraklar hiçbir yaprak alttakini kapatmayacak şekilde dizilmiştir. Bu da demektir ki, her bir yaprak güneş ışığını eşit bir şekilde paylaşıyor ve yağmur damlaları bitkinin her bir yaprağına değebiliyor. Arı kovanlarında da yaşayan dişi arıların sayısının erkek arıların sayısına bölündüğünde hep aynı sayı elde edilir. Yani 1.618.


   ASIL SANATI GÖREBİLMEK

  “Adı üstünde ‘sanat’…” demişti,Görsel Sanatlar öğretmenim… Görsel Sanatlar der denmez insanların aklına  resim çizmek gelmesinin, ne kadar yanlış olduğunu anlatıyordu,haklıydı… Yalnız hep düşündüğüm bir konu var ki, adına “Görsel” denmiş ama, aslında hiçbir resmi,hiçbir heykeli,hiçbir tabloyu,kısaca hiçbir eseri “Gör” mek yetmez…  

    Sanatı gözünüzle görebilir misiniz?  Ben gördüğümü sanardım,birkaç gün önceye kadar… Mimar Sinan’ın eserlerine hayranlıkla bakar, iç çekerdim… Sonra bir gün,bir kitapta eserlerinin hikayelerini okudum… Meğer her taşın bir anlamı varmış, yaptığı her imgenin,  her desenin altında neler yatarmış…Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihr-i Mah Sultan’a olan aşkını nasıl da edebileştirdiğini gördüm… Meğer caminin tek minareli olması da,pandantifler de,minare kenarındaki uzun işlemeler de hepsinin bir  nedeni varmış… Bir parça saçına,diğer parça  eteğine, ve o iç titretici başka bir parça da ulaşılmazlığına benzetilmiş… Bunları okuyunca anladım ki, ben aslında o camilerin hiçbirinin güzelliğini görmemişim…Gördüm sanıp geçmişim…Gözlerimizin içine camiler inşa etmiş meğer Koca Sinan … Şimdi bir de bunları bile bile gidip gezmeli… Ve anlamalı, “gördüm” demeden önce,gerçekten “gör”menin ne olduğunu…


ATATÜRK ve GÜZEL SANATLARIN ÖNEMİ


İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir sanatların millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir önemi millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, gerçek özellikleriyle uygar ve ileri olmaya lâyıktır ve olacaktır. 


1923 (Atatürk’ün S.D.11, s. 67)


Bir sohbet sırasında ressam Çallı İbrahim’e söylemiştir:


Aynı milletin çocuklarının hep beraber bulunarak birbirlerini tanımaları, birbirlerini sevmeleri ve bu birlik sevgisinden çıkacak yüksek duygulara aynen uymaları güzel bir şeydir. Eğer güzel sanatlar mensubu bir kişi olarak siz bunu gösterirseniz, bütün millete ve bütün insanlığa hizmet edersiniz. 


(Hasan Cemil Çambel, Dünya gazetesi, 30.8.1952)


Fikirler ve devrimler, sanatla yayılır.


(Atatürk’ten B.H., s. 84)


Güzel sanatların her dalı için, Kamutay’ın göstereceği ilgi ve emek, milletin insanca ve uygar yaşamı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir.


1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 373)


Atatürk tarafından yazdırılmıştır :


Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarıldığının en kesin kanıtıdır. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır! Onlar, bütün başarılarına rağmen uygarlık alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır.




ATATÜRK ve GÜZEL SANATLARIN TANIMI


Sanat, güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, ezgi ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltraşlık, bina ile olursa mimarlık… olur.


(Ahmet Cevat Emre, Muhit Mec, Sene: 1, No: 2, 1928, s. 84)


Atatürk tarafından yazdırılmıştır:


Güzel sanatlar terimini, Türkler zannediyorum pek haklı olarak 1-Musiki, 2-Resim, 3-Heykeltraşlık, 4-Edebiyat, 5-Mimarlık, 6-Rakstan oluşmuş saymışlardır. Bu dal, insan topluluklarının yüksek niteliğini belirlemede çok büyük önem taşır. Bu yüksek değer, yüksek incelik, beceri, ince yetenek ve işte bunların hepsini yapabilmek, sanatkârlığın birleşmiş ifadesidir. Bu sorun üzerinde bizim de, çocuklarımızın da esaslı olarak durmanız gerekir.



ATATÜRK ve SANATÇININ DEĞERİ

Tiyatro sanatçılarına söylemiştir:

Efendiler… Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hattâ cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat, sanatçı olamazsınız. Yaşamlarını büyük bir sanata adayan bu çocukları sevelim…

1930 (İ. Galip Artan Anlatıyor, Ses dergisinden alıntı, Sümerbank dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963)

Elini öpmek isteyen tiyatro sanatçılarına söylemiştir:

- Sanatçı el öpmez; sanatçının eli öpülür!

1930 (Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bu Güne, s. 323)

Bursa’da temsil veren tiyatro sanatçılarına söyledikleri:

Sizleri çok takdir ederim. Devrimimizde sizin de önemli hizmetleriniz vardır. Sanatınızı meslek edinerek engelleri yenmeye kararlı olmanızı, arkadaşlarınızla samimî olarak geçinmenizi bilhassa öğütlerim. Sizin vatana en büyük hizmetiniz, Anadolumuzu baştan başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır.






  ATATÜRKE GÖRE SANATÇI


 Ankara Halkevi’nde ressamlarla sohbet sırasında Atatürk’ün söyledikleri:


“Arkadaşlar, siz ressamlarla konuşmak ve sanatçının basit bir tarifini yapmak için gelmiş bulunuyorum. Gerçi sizlerin meslekî faaliyetinizin ve uzmanlığınızın bulunduğu bu alanda sanatçıyı tarif etmek ve size sizden söz etmek garip olur amma.. Sanatçıyı tarif eden pek çok sanatçının sözlerini bilirsiniz; fakat ben size sanatı ve sanatçıyı bildiğiniz tariflerden bambaşka, daha doğrusu askerce bir tarifle anlatmak istiyorum: Ben bir bölük komutanıyım, rütbem yüzbaşıdır. Üstümden emir aldım; karşıdaki tepeyi düşmandan gün doğmadan alacağım. Bu emir üzerine bütün erlerin donatımını tamamlayıp savaş hazırlığını yaptıktan sonra karşıdaki tepeyi, gün doğmadan işgal edeceğimizi bölüğüme söyledim. Saldırı başladı. Ama tepenin önünde geniş bir vadi var; bu vadinin ne kadar zamanda geçilebileceğini tahmin ve hesap etmiş olmama rağmen bu tahmin ve hesapta yanılmışız. 

Düşmanın da umduğumuzdan daha kuvvetli hazırlığı ve inatçı bir şekilde savunmasıyla karşılaşmış bulunuyoruz ve gün doğmak üzeredir. Biz, aldığımız emre göre, gün doğmadan tepeyi işgal edecektik. "Gün doğmak üzeredir" diyerek bu tepeyi işgalden vaz mı geçelim? Hayır, zarar yok, geç de olsa, gün de doğsa amacımıza erişeceğiz. Saldırı, bütün gücü ve şiddeti ile devam ediyor. Büyük bir cesaretle dövüşe, dövüşe tepenin eteklerine kadar yaklaşmış aslan erlerin tepeyi işgali artık bir dakika sorunu olmuştur. Güneş yavaş yavaş doğmakta, ancak yarım çember halinde iken bu tepenin zirvesini ışıldatmaktadır. Fakat birkaç tane er, ellerindeki Türk bayrağını tepenin ışıldayan zirvesine dikmek için bütün gücü ile koşuyor ve tepenin zirvesine şanlı Türk bayrağını dikerken terlemiş alnına günün ilk ışığının vurduğunu hissediyor. İşte sanatçıda, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”


BAKMAK VE BAKTIĞINDA SANATI ĞÖREBİLMEK

 

    Görsel sanatlar dendiğinde ilk akla gelen resim ve heykel olur.Oysa fotoğraf da görsel sanatın bir dalıdır.Resim ve heykel yapmak için doğuştan gelen kabiliyet gerektir.Fakat fotoğraf için istekli olmak,bir makinaya sahip olmak ve biraz da teknik bilgi yeterli.                                                                                                                                               

    Fotoğraf ,birebir gerçegi yansıttığı için insanlığa hizmet alanı da geniştir. Adli vakaların aydınlanmasında kullanıldığı gibi bazen harita olur yol gösterir insanlara bazen de tarihten günümüze insanlığın aldığı yolu gösterir.Doğru açıyı yakalayabilmek gerekir .O anı ölümsüzleştirmek;fotoğrafın , amacı ve görevi.

     Bir objeye bakıldığında onu sanat eserine çevirebilmek için sanatçı gözüyle bakılmalı.Bahçesi çiçeklerle bezenmiş bir ev ,doğru açıyla bakılırsa bir tabloya dönüşebilir.Oysa önünden kaç kez geçmişizdir belki, fakat oradaki güzelliği görememişizdir.İşte bakmak ve görmek ;sanatçıyı başkalarından farklı kılan ikili... Savaşın insanlardan neler götürdüğünü , o zaman diliminde çekilen acıların insanların yüzündeki ifadelerine nasıl yansıdığını tarih yazıları bir fotoğraf karesi kadar iyi anlatamaz.

     Fotoğrafçılık insanlığa hizmet amacı ile yapılırsa , çok kutsal bir meslektir.


RENKLERİN ANLAMLARI ve İNSAN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Beyaz Renk

Bütün renkleri içerisinde barındıran beyaz renk, saflığın ve temizliğin simgesidir. Soğuk kanlılığı, asaleti, masumiyeti, istikrarı ve devamlılığı temsil eder. Huzur ve güven verir. Düşünce gücünü arttırır. Aynı zamanda insana hüzün veren, dertlerini ve sıkıntılarını hatırlatan bir yanı da vardır. Belki de bu yüzden, Çinliler beyazın matem rengi olduğuna inanırlar.


Beyaz renkle boyanan mekanlar daha geniş ve ferah olarak algılanır. Bu etkisinden dolayı, özellikle banyo, mutfak gibi dar mekanlar ile misafir odaları için uygun bir tercih olabilir. Bütün renklerle uyum sağlayan, tamamlayıcı ve dengeleyici bir renk olarak diğer mekanlarda da rahatlıkla kullanılabilir. Işığı yansıtan beyaz renk, az ışık alan mekanlar için de uygundur.


Temizliği ve sağlığı çağrıştırdığı için, beyaz renk hastaneler ve ilaç firmaları tarafından çok sık kullanılır. Neredeyse bütün ilaç kutuları beyaz renktedir.


Beyaz renk giyenler daha istikrarlı, güvenilir ve temiz olarak algılanırlar. Ayrıca, insanı daha genç gösterir.


Beyaz rengi seven insanlar genellikle, temizliği, aydınlığı ve düşünmeyi seven, hayal dünyası geniş, soğuk kanlı ve uzlaşmacı kişilerdir.


Beyaz renk insan sağlığı üzerinde de etkilidir. Bu nedenle, akciğer ve bağırsak hastalıkları ile şeker hastalığının tedavisinde beyaz renkten faydalanılabilir.




BİR MİLYON NOKTA


Resimler; okadar güzeldirlerki insanı büyülerler .zamanda yolculuk gibidirler geçmişe götürürler bizi ve bir anlıkta olsa hayale daldırır insanı okadar derinlere dalarkı insan sonsuzluğun boşluğunda bulur kendisini ve her noktayı birleştirmeye çalışır  o resimdekı anı bir saniyede olsa yaşamak ve yakalamak için  ancak birden kendine gelir ve o resimdekı her noktayı tekrar birleştirmeye çalışır. ama o kadar çok nokta varkı bekıde bir milyon nokta hayatımızda ve bu resimde onlardan biri ressam resim çizerken kaç kalem dokunuşu yapıyor belkıde bir milyon dokunuş işte bizide o resimde hayata bağlayan sadece bir nokta …




BİR TUTKUDUR FOTOĞRAF


   Fotoğrafçılık teknik anlamda kamera ışığının hassas bir yüzey üzerine düşerek görüntü oluşturma işidir. Teknik bir yanı olduğu gibi fotoğrafçılığın sanatsal bir yanı da vardır. Sanatsal olarak fotoğrafçılık,sanatçının hayal dünyasını,vermek istediği mesajı veya hayat algısını  imgeler yoluyla bir kompozisyon oluşturarak hissettirmesidir.Fotoğrafçılığa başlarken zevkinizi yansıtan bir fotoğraf tarzı belirlemeli ve buna göre bir makine seçilmelidir. Eğer ne tarz fotoğraf çekileceği konusunda herhangi bir fikir yoksa, kompakt bir fotoğraf makinesi ile belirli bir tarz benimsenene kadar çekim yapılır. Belirlenen tarz sonunda buna uygun bir makine ve lens seçimi yapılır.Fotoğrafçılığın en önemli kuralı “altın oran” kuralıdır. Bir objenin fotoğrafını çekerken kadran düşey ve yatay olmak üzere üç eşit parçaya bölünür. Bu çizgilerin kesişim noktaları altı tane olmak üzere, soldan sağa olmak üzere saat yönünde, en dikkat çeken noktalardır.


   Fotoğraf her şeyden önce sabır ve tutku gerektirir. Fotoğraf makinesini elinize aldığınız anda muhteşem görüntüler yakalamayı beklemeyin. Makinenizin bütün fonksiyonlarını, ışık ayarlarını ve tüm tuşların ne işe yaradığını öğrendikten sonra pratik yaparak fotoğraflarınızın kalitesini artırabilir ve daha güzel kareler yakalayabilirsiniz. Sabretmeyi bilmeniz gerekiyor, insan sevdiği şeylerde başarılı olur bu sebeple fotoğraf çekmeyi sevmeniz gerekmektedir.




ASLINDA GÖRÜNTÜ YOKTUR


Çoğu insan anılarını zihninde saklar. Gözlerimizi kapadığımızda göz kapaklarımızın düş perdesinde yüzlerce görüntü oluşur. Bazen serbest çağrışımsaldır bu görüntüler. Zihnimiz bize göstermek istediği resimleri gösterime koyar. Bazen de biz, zihin dehlizlerimizde saklı kayıtları zorlayarak ulaşırız görmek istediğimiz fotoğraflara. Fakat bu görüntüler hiç bir bir zaman net değildir. Her zaman flu ve anlaşılmazdır...


Öyleyse zihnimizden yazıcıya bağlanıp, yüksek çözünürlüklü çıkışlar alabileceğimiz güne kadar anılarımızı saklamanın başka bir yolunu bulmalıyız...


Önceleri resim vardı. Resim, bir sanat disiplini olmadan önce de, bir anlatım ve iletişim aracı olarak kullanıyordu. Zamanla olay ve düşünce aktarımını yazı yoluyla gerçekleştirmeyi başaran insanlar, resme daha kadim bir yer verdi. Resim, bilinen en eski sanattır ve  tek bir karede yansıttığı görüntü, olay ve olaylardan öte, düşünce ve kavramsal derinlik içerir. Demek oluyor ki, resim çoğu zaman soyutlayıcı bir anlatım dilidir...


Peki bizi kuşatan dünyayı içine hiç bir soyutlama katmadan, doğrudan kaydetmenin ve aktarmanın yolu nedir? Sorunun cevabı bir çoğumuz tarafından fotoğraf olarak verilir. Evet, fotoğraf görüntüleri olduğu ana ait tek bir karede dondurarak saklar. Peki fiziki dünyadaki bir görüntü bir fotoğraf makinesinde tıpkı zinhimizde kaydolur gibi nasıl kaydolur. Üstelik oldukça yüksek bir çözünürlükte...


Aslında görüntü yoktur. Karanlık bir odada ışığı kapatın. Bir şey görüyor musunuz? Elbette hayır. Ya da gündüz vakti güneş ışığını tamamen yok edin, yine bütün görüntüler yok olur...


O zaman aslında görüntü, ışıktır gibi basit bir önermede bulunabiliriz. Fotoğrafta, pelüküle ya da digital hafızaya görüntü olarak kaydedilen resim, nesnelerin yaydığı ışık bilgisidir. Kaydettiğimiz her görüntü sayısal ışık bilgisidir. Her bir renk tonu, tıpkı sayı doğrusu üzerindeki rakamlar gibi, yalnızca kendine özeldir ve matematiksel bir karşılığı vardır...


Kim bilir, belki günün birinde zihnimizde kayıtlı görüntülerin de sayısal çıktısını almanın bir yolunu buluruz ve anne karnından itibaren beyin reseptörlerimize kaydettiğimiz tüm görsellerin yüksek çözünürlüklü baskılarına ulaşmayı başarırız...




RENK


Çeşitli cisimlerden yansıyarak gelen ışınların görsel algı sonucu bireyde oluşturduğu duygudur. Bir görme olayında ;


• Işınların göze gelmesi – Fiziksel

• Bu ışınların karşısında gözde ortaya çıkan işlemler – Fizyolojik

• Cismin beyinde algılanması – Psikolojik bir olgudur.


ANA RENKLER : Kırmızı – Mavi – Sarı

ARA RENKLER : Turuncu – Yeşil – Mor

TARAFSIZ RENKLER : beyaz – siyah – gri

KONTRAST – ZIT RENKLER : Sarı – mor / kırmızı – yeşil / turuncu – mavi

ARMONİ – BÜTÜNLEYİCİ RENKLER : Mor – mavi / kırmızı – yeşil / turuncu – mavi


Sıcak ve koyu sıcak : Renklere sahip elemanlar ön plana çıkarlar.

Soğuk ve açık soğuk : Renkler ise geri planda kalırlar.


RENKLERİN PSİKOLOJİK ÖZELLİKLERİ 


SICAK RENKLER : Kırmızı, sarı, turuncu

SOĞUK RENKLER : Mavi, yeşil, mor


• Parlak renkler, heyecan

• Pastel renkler, sakin

• Malzemenin öz niteliğini ifade eder

• Renk formu belirler

• Renk oranları etkiler

• Renk ölçeği ortaya çıkarır.

• Renk ağırlık duygusu oluşturur. ( Koyu renkli elemanlar ağır, açık renkli elemanlar ise hafif algılanmaktadırlar.

Renklerin bu denli önemli olduğunu göz önünde bulundurursak duvarlarımızda renk cümbüşünden tablolar zamanı.www.canvasci.com


Renklerin Anlamları ve İnsan Üzerindeki Etkileri 

Turuncu Renk

Turuncu dışa dönük, heyecan ve mutluluk verici, dinamik, dikkat çekici, çarpıcı ve iç açıcı bir renktir. Kırmızıdan sonraki en sıcak renk olan turuncu gösterişin ve şatafatın rengidir, fakat kırmızı kadar rahatsız edici değildir.

Turuncu rengi seven insanlar genellikle dışa dönük, hareketli, neşeli ve sosyal ilişkileri kuvvetlidir. Bazen de gösterişe yatkınlık, sürekli haklı olma ve üstün gelme isteği görülebilir.

Turuncu renk metabolizmayı hızlandırır. Canlılık, cesaret ve güven verir. Zihni harekete geçirir. Pankreas, böbrek, dalak sorunları, karaciğer hastalıkları ve mide ülserine karşı faydalıdır. Romatizma şikayetlerini azaltmaya yardımcı olur. Emziren anneler için de faydalıdır.

Turuncu renk, kullanıldığı ortamlara neşe ve canlılık verir. Bundan dolayı, çocuk odalarında, mutfakta ve yemek odasında kullanılabilir. Çalışma odası, dinlenme mekanları ve yatak odası için çok uygun değildir.



ZAMAN MAKİNASINDAN SANATA.. 


Fotoğraf, zamana açılan penceredir. İnsanlık, tarih boyunca zamana karşı yarış içerisinde olmuştur. Zamanı yakalamak, zaman yolculuğu gibi kavramları yaratması bu sebepledir. Böylece gelişen teknolojisi zaman yolculuğunu mümkün kılmasa bile zamanda küçük pencereler açmıştır. Fotoğraf işte bu pencerelerden bir tanesidir. 


Ölüm hayata sığar, ancak hayat ölümü de aşar. Geçmişi ölümsüzleştiren, ölümü aşan forma sokan yine fotoğraftır. Tarihteki ilk insanlar, yonttukları av aletleri ve kullandıkları eşyalar üzerine çeşitli şekiller çizmiş, onları boyayarak güzel kılma çabasına girmişlerdir. Sanata yönelim insanın kökünde vardır. Aynı şekilde fotoğraf, dünyanın uzak köşelerinde saklı cennetleri görmemizi sağlayan, savaşları ya da siyasi ve tarihi olayları belgeleyen bilgi amaçlı teknoloji olmakla yetinmemiş, en eski insanlık tarihi gibi sanat alanına girmiştir. İnsanı, doğayı kopyalamak dışında bakış açıları ve ışığın uyumuyla birlikte görsel zevk okyanusuna dönüşür.


Sonuç olarak fotoğraf, zamanı çerçeveleyen bir teknoloji olmaktan kurtulmuş, estetik değer kazanmıştır. Henüz fotoğraflanmamış geleceğin peşinde koşarken kısa bir mola verin ve bir pencerede siz açın zamana.


www.canvasci.com 'da sanata dair bir çok çalışmayı kanvas tablo olarak alabilirsiniz.



  Canvas Tablo


   Tablolar, evimize, ofisimize estetik bir hava katmak için birebirdir. Tablolar, dekorasyon dışında insanların içinde farklı duygular uyandırır. İnsanlar tablolardan türlü anlamlar çıkarıp yorumlayabilir, ona değişik anlamlar katabilir. Tablo kelimesi insanın zihninde çerçeve veya tablo içine yerleştirilmiş bir resim olarak belirebilir.

    Fakat günümüzde tablolar oldukça farklı ve çeşitli şekiller ile karşımıza çıkıyor. Kimi tablolarda tuval üzerine resim basılmışken, kimilerinde ise resimlerin yerini yağlı boya ile yapılmış oldukça göz alıcı eserler yer alıyor. Bunlar tabloya her zaman kendine özgü bir hava ve anlam katıyor. Öyle görseller vardır ki, sizi içine çeker ve sizi tablonun içinde hissettiriyor.

    Günümüzde ev ve ofis dekorasyonlarında sıklıkla tercih edilen canvas tabloya değinebiliriz. Canvas tabloları, diğerlerinden ayrıcalıklı kılan özelliklerin başında, bu görsellerin duvardan 3 cm ileride durmasını ve bu uyandırdığı derinlik hissinin dekorasyona ayrı bir şıklık ve estetik hava katmasını sayabiliriz.  3 cm kalınlığında ve 4 cm genişliğinde fırınlanmış ve kurumuş ahşap çerçeveye gerilerek hazırlanmasını sayabiliriz. Tabloların bu özelliğine İtalyan şase de denilmektedir. Bu özellik aynı zamanda, tabloda her deseni görmeyi de mümkün kılar. 



  Frig Sanatı


    Frigler, boğazlar yolu ile Anadolu’ya göç etmişlerdir. M.Ö 8. yy ortalarında başkentleri Gordion olmak üzere kral Gordios önderliğinde siyasi bir topluluk oluşturmuşlardır. Eşek kulaklı olarak anılan Kral Midas’ın döneminde en büyük sınırlarına ulaşmışlardır ve bu dönemde sanat alanında da gelişmişlerdir.

     Yapılan kazılarda, Frigler’in kendi dönemlerine göre oldukça gelişmiş bir uygarlık olduğu ortaya çıkmıştır. Madencilikte ilerlemişlerdir.  Kazılarda özellikle kaleler ve kamu yapıları ortaya çıkarılmıştır.  Özellikle mezarları ünlüdür. Tümülüs ve kaya mezarı olmak üzere iki çeşit mezar yapmışlardır.  Tümülüslerde topraklar üst üste yığılır ve bir tepe oluşturulur, mezarlım ise altta kalır. Midas’ın mezarı da bir tümülüstür. Özellikle bu mezarlarda değerli eşyalarda saklanılırdı. Fakat soyguncuların yağması sonucu bu değerli eşyalara ulaşılamamıştır.

     Frigler, heykel sanatında ilerleyememişlerdir. Heykellerinde en çok kullandıkları figür ana tanrıçaları Kibele’dir.

     Frigler el işlerinde de başarılı eserler vermişlerdi. Özellikle madencilikte iyi olmaları nedeniyle altın, gümüş, bronz ve bakırdan birçok el işi eser yapmışlardır. Geometrik desenlerin ağır bastığı süslü mobilyalar ve dokumacılık alanındaki yetenekleri ile topates adı verilen kilimler yapmışlardır.


 Kore'de Katliam

   Tablolar, bulunduğumuz ortama somut olarak renk ve hava katsa da, tabloyu tablo yapan taşıdığı anlam ve bu anlamı yansıtabilme kapasitesidir. Bu iki özelliği tablolarında yakalayabilen sanatçı sayısı çok azdır. Pablo Picasso, bu sanatçılardan biridir. Özellikle Guernica ve Kore’de Katliam tabloları, bu duruma örnek verilecek iki önemli eser olarak gösterilebilir.

    Kore’de Katliam ekspresyonizm akımının kayda değer örnekleri arasında gösterilir. Picasso’ya eserini yaparken Goya’nın 3 Mayıs 1808 adlı eseri ona ilham kaynağı olmuştur. Zaten iki eser karşılaştırıldığında belli benzerliklerin göze çarpması da bunu kanıtlar.  3 Mayıs 1808 tablosunda Napolyon komutasındaki Fransız askerlerinin İspanyol sivilleri kurşuna dizmesi resmedilmiştir. Sol tarafta İspanyol siviller yer alırken sağ tarafta ise Fransız askerlerinden oluşan bir infaz mangası resmedilmiştir. Picasso da bu tablodan aldığı ilhamla resmin sağ tarafına ağır ve güçlü silahları olan Amerikan askerlerini temsil eden şövalyeler ve sol tarafta ise bir grup Koreli kadın ve çocuğu resmetmiştir. Picasso, Amerikan askerlerini uzuvları uzun çizerek canavar gibi betimleyerek ve onları robotumsu bir şekilde çizerek aynı zamanda Amerikan askerleri ile tabloda alay etmiştir. Ayrıca resimdeki kadın, çocuk ve askerlerin çıplak olması da ilgi çekici bir durumdur.

    Picasso, bu tabloyu Amerika’nın Kore Savaşı’ndaki politikasını eleştirmek için yapmıştır ve onun komünizm sempatizanı olarak yorumlanmasına sebep olmuştur. Fakat bu tablo, her türlü ideolojiden uzak, Guernica’daki gibi savaşın kötülüğünü oldukça etkileyici bir şekilde yansıtmıştır.



İslam Mimarisi ve Türk Etkisi


    İslam, Türkler ile buluştuğunda oldukça değişik bir boyuta ulaşmıştır. Türkler, uzun yıllar boyunca İslam’ın koruyuculuğunu üstlenmişler, Karahanlılar ile kabul etmişler ve İslamiyet Türkleri’in resmi dini olmuştur ve bunu sonucu Türk-İslam kültür kaynaşması yaşanmıştır ve bu kültür kaynaşması özellikle sanatta da etkisini göstermiştir.

    Türk-İslam kaynaşması, en belirgin etkisini mimaride göstermiştir.  Klasik İslam mimarisi, Selçuklular döneminde kendisini göstermiş ve gelişmiştir.  Selçuklular özellikle dini alanda yaptığı mimari eserlerle Türkistan’ı donatmışlardır.  Daha sonra Anadolu Selçukluları, başken Konya olmak üzere, Anadolu’nun birçok yerine kendi kültürel özelliklerini yansıtan mimari eserler yapmışlardır.  Selçuklular, mimaride din etkisinden çıkıp askeri ve sivil alanlarda da eserler vermişlerdir. Hanlar, hamamlar,  kaleler bu duruma örnek olabilirler.

    Osmanlı döneminde ise Türk-İslam mimarisi doruğa ulaşmıştır. Hatta başlı başına ‘’Osmanlı Mimarisi’’ ortaya çıkmıştır.  Özellikle Selçuklular döneminde Anadolu çeşitli mimari eserlerle donatıldığı için Osmanlı mimarisi Balkanlar ve İstanbul çevresinde yoğunlaşmıştır.  

    Yükselme devrinde, Osmanlı mimarisi oldukça fazla yol kat etmiş ve Osmanlı ihtişamını yansıtan eserler Balkanlar ve İstanbul’un dört bir yanını kuşatmıştır.


Neoempresyonizm


İzlenimciler, 1886 yılında bir sergi düzenlemişlerdir.  Fakat bu sergi onlar için bir dönüm noktası olmuş ve bazı sanatçılar yavaş yavaş izlenimcilik akımından kopmaya başlamışlardır.  G. Seurat ve P. Signac geliştirdikleri yeni ve o döneme göre biraz sıra dışı olan usulleri ile dikkatleri üzerlerine çekmişlerdir.

     Seurat, optik bilimini özümsemiş, o dönemki optik biliminde yaşan gelişmeleri dikkatle incelemiştir ve o dönemin ünlü fizikçilerinden biri olan Chevreul ile renk kuramları hakkında bilgi almak için görüşmüştür. Seurat, resim sanatına bilimsel bir disiplin kazandırma amacı gütmüştür.  İzlenimciliğin içgüdülerle bağlantılı bir deneyim olduğunu savunmuştur. İzlenimcilerin de üzerlerinde durdukları ışığın parçalanması sorununun üstesinden bilimin gelebileceğini savunmuştur. Resimde fırça darbeleri yerine noktaların kullanılmasının, daha iyi bir renk bütünlüğü elde etmede işe yarayacağını savunmuştur.

     Signac, sanat yaşamının ilk yıllarında başta Monet olmak üzere çeşitli izlenimci ressamlardan etkilenmiştir. Daha sonra 1884’te Paris’te Seurat ile tanışan Signac, Seurat’ın renk bilgisinden ve noktacı çalışmalarından etkilenmiştir. 

     Seurat, ana renkleri resimlerinde noktalar şeklinde yan yana getirmiştir. Bunu sonucunda puantalizm tekniği ortaya çıkmıştır.



Rönesans Dönemi Resim ve Heykel

Dinin de etkisiyle dar ve yobaz, bağnaz, gerici bir bakış açısının oluştuğu, düşünce özgürlüğü olmayan Orta Çağ Avrupa’sı, yerini Rönesans’ın özgür düşünce ortamına bırakmıştır. 
         Rönesans’taki bilimin ilerlemesi kadar, güzel sanatlardaki ilerleme de oldukça önemlidir.  Çünkü resimde de dinin hegemonyası son bulmuştur. Resim, diğer sanatlar gibi dinin propaganda aracı değil, bir nevi özgür düşüncenin ifadesine dönüşmüştür, resimde konu genişlemiş, gerçekliğe ve doğallığa bir yakınlaşma söz konusu olmuştur.
         Portre resimler bu dönemde yaygınlık kazanmıştır. Mitoloji resme girmiştir. O dönemin güncel ve toplumu ilgilendiren olayları resimlerde açıkça kendisini göstermiştir.  Gerçeğe yakınlık ve doğallık, resimlerde kendisini açıkça göstermiştir. Resimde kusursuzluğu ön plana çıkartan, resmi her yönden mükemmel ve klasik kılmayı hedef edinen Klasisizm bu dönemde ortaya çıkmıştır ve birçok akımı, sanatçıyı derinden etkilemiştir.
         Oldukça zeki bir ressam olan, içinde çeşitli subliminal mesajlar gizlediği Mona Lisa’nın yaratıcısı Da Vinci,  dini konulu eserlere yer veren A. Dürer;  açlık, yoksulluk, hastalık gibi toplumu ilgilendiren konuları resme sokan ve bu konuları resimlerinde mizahi bir dille gösteren  P. Bruegel, Rönesans resim sanatının önemli sanatçıları arasında gösterilebilir.


Suprematizm

Görsel sanatlara, yön veren sanat akımları çeşitli yönleriyle birbirlerinden ayrılmaktadır. Kimileri renk kullanımı, verdiği mesajlar, doğayı yorumlamalarına, öznellik-nesnellik durumuna göre birbirlerinden ayrılmaktadır. Bazılarında ise dikkat çeken şey geometrik şekillerin yer bulmasıdır. Geometrik şekil, bazı eserlerde içsel dünyanın dışavurumuyken, bazılarında ise kural tanımazcılığın birer sembolü haline gelebilmektedirler.
     Suprematizm, geometrik şekilleri bu tarzda kullanan bir sanat akımıdır. Özellikle bu akımda soyut temalar, geometrik şekiller ve bu şekillerin renklerle harmanlanmasıyla yorumlanır ve esere aktarılır. Ekim Devrimi’nden kısa bir süre önce, sanat henüz komünizmin hegomanyasına girip benliğini kaybetmeden, 1913 Rusya’sında ortaya çıkıvermiştir.  Sanat, objenin esareti altındayken, suprematizmin duayeni K. Maleviç tarafından  kübizm ışığında bu durumdan kurtarılmıştır.  Her ne kadar, Konstrüktivizm gibi sanatın faydacı yönüne dikkat çekseler de onlar bu duruma karşı daha bireyci yaklaşmayı uygun görmüşlerdir ve eserlerine bu durumu dikkate alarak hayat vermişlerdir. Konstrüktivizmde sanatçının bilim adamı ya da mühendis olarak muamele görülmesi, suprematizmi, konstrüktivizimden ayıran başlıca sebeplerden biridir.
      Suprematizme göre sanatçı özgürdür. Tabu ve kurallara bağlı kalmamalıdır. Sanat eseri onlara göre bilinç altının belirmesinde başka bir şey değildir.



BARBİZON EKOLÜ

Barbizon ekolü 19. yy. da Fransız bir ressam grubu tarafından bulunuri manzara resimlerinde kullanılır. Ekol ismini ressamların geldikleri Fransa da ki Fontainebleau’n çevresindeli Barbizon köyünden alır. Barbizoncular resimlerde Romantizme giden bir akım olduğu zamanlarda Gerçekçiliğe giden yolun bir aracısı oldular. 1824 de John Constable’nin eseleri Paris Salonu’n da sergilendi ve ressamın kırsal manzaralı bir çok meslek taşını etkiledi. Bu genç ressamlar da şekillere ve biçimciliğe karşı çıkıp doğadan esinlenerek tablolar yapmaya başladırlar. Doğa manzaraları artık resimlerde ki esas konular olmaya başladı. 1848 Devrimlerinde ressamların bir kızmı Barbirzon’da buluştular ve Constable’in düşünce tarzını takip ederek oradaki doğayı resmetmeye başladılar. Bu ressamların içince olan Hean François Millet kendini ve bu fikri çok geliştirdi. Resimlerinde köylü figüreliyle birlikte köy yaşamıyla ilgilide nesneler koymaya başladı. 1857’de Des Glaneuses adında bir tablo yaptı bu tabloda hiç bir şey anlatılmıyordu sadece işlerini yapan 3 tane köylü kadını vardı. Barbizon ekolünün başlıca isimleri arasında Jean Baptiste Camille, Jean François Millet ve Charles François Daubigny gelir.


CLAUDE MONET'in GENÇLİĞİ


Claude Monet 14 Kasım 1840 da doğmuş ve 5 Aralık 1926 da hayatını kaybetmiştir. Fransız asıllı ressam empresyonist bir kişiliğe sahiptir. Oscar Claude Monet veya Claude Oscar Monet şeklinde iki biçimde tanılır. İzlenimcilik terimi Gün Doğumu adlı eserinden gelmektedir. İzlenimcilik çağdaş sanatın ilk devrimidir. Monet resimlerinde oluşturduğu değişik renklerle noktalarla istediği izlenimi renk ve ışık uyumunu sağlamayı başarmış bir sanatçıdır. Adolphe ve Louise-Justine Monet’in çocuğu olarak dünyaya gelir 1845 de beş yaşındayken aile Normandiya’daki La Havre’a taşındı. Babası onu aile mesliğini yani bakkalcılığı öğretmeye çalışıyordu fakat annesi şarkıcı olmasını istiyordu. 1851 de Monet Le Havre’da ortaokula başladı  öncesinde ise sattığı kara kalem çalışmaları ile tanınmıştı. İlk resim dersini Jacque-Louis David’in öğrencisinden aldı. Bu zamanlarda Eugene Boudin ile tanıştı Monet’e açık ortamlarda nasıl resim çizebileceğini ve yağlı boyayı nasıl kullanacağını öğretti. 28 Ocak 1857 de annesini kaybetti okulu bıraktı ve teyzesinin yanına taşındı. Louvre’u ziyarete geldiğinde aslında bir çok ressamın eski ustalarını taklit ettiğine tanık oldu. Pariste geçirdiği zamanlarında dışarda resim yapmayı tercih etti ve birçok emperyonist ressamla tanıştı.