Menü
Sepetin
200 TL ve Üzeri Alışverişlerinizde %10 İndirim..

Makaleler

    FOTOĞRAFÇILIK SANATI


    Fotoğrafçılık teriminin gelişimi çok eskilere dayanmaktadır.M.Ö.  4. ve 5. Yüzyıllarda ilk terimleri kullanılmaya başlanmış 1839 yılında ilk fotoğrafçılık kelimesini  Sir John HERSCHEL dünya ya tanıtmıştır.O yıllardan bugüne fotoğrafçılık insanların gerek meslek olarak gerekse hobi alanlarında kullandıkları bir unsur haline gelmiştir.

   Bir zanaat olduğu gibi estetik yönüyle bir sanat olma özelliği kazanmıştır.Görsel sanatın en önemli unsuru haline gelmiş ve siyah-beyaz,renkli, digital olarak kullanılan fotoğraflar geçmişte,günümüzde ve gelecekte insanların duygularını canlı tutan,anılarını tazeleyen sanatsal özelliklere sahiptir ve sahip olmaya devam edecektir.

  Günümüzde fotoğrafçılık, profesyonel ve amatör olarak ilgi duyan herkesin çok çeşitli fotoğraf makineleri  hatta gelişen teknoloji ile kullandıkları telefonlar sayesinde bile ihtiyaç duydukları gözle resmedebilecekleri her şeyi amatör olarak uygulayıp saklayabildikleri bir sanat olmuştur.

   İleri derece fotoğrafçılık çok özel bir meslek dalı olup eğitimi ve gelişimi olan çok ince detaylara sahip bir sanattır ve bu sanatı uygulamak için bilgi,birikim,deneyim,duygu ve zaman en önemli unsurlardır.Yakın geçmişte fotoğraflar aile albümlerinde saklanırken günümüzde teknoloji ile dijital ortamlara taşınmış ve çeşitli araçlarla digital olarak saklanmaya başlamıştır. Bu sanata ilgi duymak, içten gelen duyguların çağlayıp dışarı vurmasıyla ve çok geniş bir alanda bu duyguların resme yansımasıyla oluşmaktadır…


  FOTOĞRAFÇILIK

  Fotoğrafçılık, günümüzde görsel sanatlar açısından en çok ön planda olan sanat tarzı. Yaşadığımız yüzyılda sürekli teknolojik gelişmeler meydana geliyor ve insanlar bu gelişmelere bir şekilde ayak uyduruyorlar. Son dönemlerde popüler olan akıllı telefonlar bunun örneklerinden biri. İnsanlar teknolojinin yaygın olduğu bu ortamda akıllı cep telefonları sayesinde rahat bir şekilde yaşadıkları anları görüntüleyebiliyorlar. Bazen bunu sadece zevk ve eğlence amaçlı yaparlarken bazen de ihtiyaçları doğrultusunda yapıyorlar. Örneğin, bir iletişim firmasında çalışan ve iletişimle ilgili bir konferansa katılma yükümlülüğü bulunan birisi orada bulunduğunu belgeleyebilmek adına fotoğraf çekebiliyor. Bu eylemin ihtiyaç doğrultusunda gerçekleştirildiği söylenebilir. Bir başka örnekte ise fotoğraf çekmeyi seven ve bunu eğlence amacıyla yapan bir insan çevresinde fark ettiği ilginç bir durumu görüntülüyor. Bu da zevk için yapılan bir faaliyet olarak düşünülebilir. Fakat burada sorulması gereken en önemli soru çekilen fotoğrafların sanat değeri taşıyıp taşımadığıdır. Bu konuda bugüne kadar birçok tartışma olmuştur. Şüphesiz ki bir ürünün sanat eseri sayılabilmesi için sanatsal kaygılarla ele alınması gerekir. Önemli olan kullanılan teknik ve sahip olunan teorik bilgiler değildir. Örneğin, bir savaş esnasında o ortamdaki insanların yaşadığı acıyı fotoğraflarla anlatmak isteyen birisi ancak kendi duygularını çekeceği görüntülerle özdeşleştirerek bunu gerçekleştirebilir. Eğer bu yapılabilirse fotoğrafı yorumlayan insanlar fotoğrafı çeken kişinin fotoğraftaki savaş ortamıyla kurmuş olduğu bağı idrak edebilirler ve neticede buna karşı duyarlılık gösterirler.


  Savaşı anlatan bir fotoğraf, yüksek bir ihtimalle insanların içini burkar. Ancak sanatsal kaygı içeren sanat fotoğrafı, sanatçı bilinciyle ele alındığından sıradan bir savaş görüntüsüne göre daha çok dikkat çekicidir. Böylece insan farkında olmadığı bir gerçeği fark edebilir. Yani fotoğrafçılık bir sanatçı edasıyla yapıldığında hoş olmayan, yanlış bir şeyi dikkat çekici yönüyle insanların fark etmesini sağlayabilir. Bir başka durumda ise bir savaşı anlatan fotoğraf insanların hoşuna gidebilir. Çünkü fotoğrafın dili estetik bir dildir. İnsanlar fotoğrafa güzellik ölçütü ile yaklaşırlar ve yanlış bir durumun görüntüsünü estetik açıdan beğenebilirler. Bu beğeni elbette onları harekete geçirecektir. Nitekim, edebiyatçı Bedrettin Şimşek şöyle der : ‘’Sanat eserini güzel kılan bizi rahatsız ettiğinde bile hoşumuza gitmesidir. ‘’


  Bir fotoğrafın sanat değeri taşıyıp taşımadığını belirleyen bir diğer önemli nokta ise sanatçının esere olan yaklaşımıdır. Bir fotoğrafçı özünde çok iyi bir sanat eseri yaratmak isteyebilir. Ama bu isteği sanat eseri yaratmak için bir ölçüt değildir.  ‘’ ilham perisi sanatçının her zahmetinde payı olsun ister, her yorgunluğun sebebi olmaya çalışır. Bu yüzden sanat eserinin doğumu, bir çocuğun doğumu gibidir. ‘’ (Bedrettin Şimşek) Bu sözden de anlaşılacağı gibi bir sanatçının o esere verdiği emek ve eser hakkındaki samimiyeti çok önemlidir. Örneğin, ormanların fotoğraflarını çekip ‘’Doğa yok olmasın ‘’ diye propaganda yapan birisi işlerini yaparken sürekli otomobilini kullanıyorsa bir şekilde doğaya zarar veriyordur. Çünkü sadece ormanların yok olması değil ozon tabakasının delinmesi de doğanın yok olması için bir sebeptir.  O halde söz konusu fotoğrafçının sanat eserine olan yaklaşımının samimi olmadığını söyleyebiliriz.


  Kısaca özetlersek bir fotoğrafı sanatsal olarak değerlendirebilmek onu estetik olarak hoş bulup bulmamakla alakalıdır. Güzel bir makineyle yaşanılan ortamı net bir şekilde dijital ortama aktarmak ‘’ Fotoğrafçılık Sanatı ‘’ içerisinde değerlendirilemez. Ortaya çıkan üründe sanatsal bir kaygı olmalı ve estetik olarak göze çarpan şey sanatçı perspektifiyle ele alınmalıdır.


  Fotoğrafçılık, günümüzde görsel sanatlar açısından en çok ön planda olan sanat tarzı. Yaşadığımız yüzyılda sürekli teknolojik gelişmeler meydana geliyor ve insanlar bu gelişmelere bir şekilde ayak uyduruyorlar. Son dönemlerde popüler olan akıllı telefonlar bunun örneklerinden biri. İnsanlar teknolojinin yaygın olduğu bu ortamda akıllı cep telefonları sayesinde rahat bir şekilde yaşadıkları anları görüntüleyebiliyorlar. Bazen bunu sadece zevk ve eğlence amaçlı yaparlarken bazen de ihtiyaçları doğrultusunda yapıyorlar. Örneğin, bir iletişim firmasında çalışan ve iletişimle ilgili bir konferansa katılma yükümlülüğü bulunan birisi orada bulunduğunu belgeleyebilmek adına fotoğraf çekebiliyor. Bu eylemin ihtiyaç doğrultusunda gerçekleştirildiği söylenebilir. Bir başka örnekte ise fotoğraf çekmeyi seven ve bunu eğlence amacıyla yapan bir insan çevresinde fark ettiği ilginç bir durumu görüntülüyor. Bu da zevk için yapılan bir faaliyet olarak düşünülebilir. Fakat burada sorulması gereken en önemli soru çekilen fotoğrafların sanat değeri taşıyıp taşımadığıdır. Bu konuda bugüne kadar birçok tartışma olmuştur. Şüphesiz ki bir ürünün sanat eseri sayılabilmesi için sanatsal kaygılarla ele alınması gerekir. Önemli olan kullanılan teknik ve sahip olunan teorik bilgiler değildir. Örneğin, bir savaş esnasında o ortamdaki insanların yaşadığı acıyı fotoğraflarla anlatmak isteyen birisi ancak kendi duygularını çekeceği görüntülerle özdeşleştirerek bunu gerçekleştirebilir. Eğer bu yapılabilirse fotoğrafı yorumlayan insanlar fotoğrafı çeken kişinin fotoğraftaki savaş ortamıyla kurmuş olduğu bağı idrak edebilirler ve neticede buna karşı duyarlılık gösterirler.


  Savaşı anlatan bir fotoğraf, yüksek bir ihtimalle insanların içini burkar. Ancak sanatsal kaygı içeren sanat fotoğrafı, sanatçı bilinciyle ele alındığından sıradan bir savaş görüntüsüne göre daha çok dikkat çekicidir. Böylece insan farkında olmadığı bir gerçeği fark edebilir. Yani fotoğrafçılık bir sanatçı edasıyla yapıldığında hoş olmayan, yanlış bir şeyi dikkat çekici yönüyle insanların fark etmesini sağlayabilir. Bir başka durumda ise bir savaşı anlatan fotoğraf insanların hoşuna gidebilir. Çünkü fotoğrafın dili estetik bir dildir. İnsanlar fotoğrafa güzellik ölçütü ile yaklaşırlar ve yanlış bir durumun görüntüsünü estetik açıdan beğenebilirler. Bu beğeni elbette onları harekete geçirecektir. Nitekim, edebiyatçı Bedrettin Şimşek şöyle der : ‘’Sanat eserini güzel kılan bizi rahatsız ettiğinde bile hoşumuza gitmesidir. ‘’


  Bir fotoğrafın sanat değeri taşıyıp taşımadığını belirleyen bir diğer önemli nokta ise sanatçının esere olan yaklaşımıdır. Bir fotoğrafçı özünde çok iyi bir sanat eseri yaratmak isteyebilir. Ama bu isteği sanat eseri yaratmak için bir ölçüt değildir.  ‘’ ilham perisi sanatçının her zahmetinde payı olsun ister, her yorgunluğun sebebi olmaya çalışır. Bu yüzden sanat eserinin doğumu, bir çocuğun doğumu gibidir. ‘’ (Bedrettin Şimşek) Bu sözden de anlaşılacağı gibi bir sanatçının o esere verdiği emek ve eser hakkındaki samimiyeti çok önemlidir. Örneğin, ormanların fotoğraflarını çekip ‘’Doğa yok olmasın ‘’ diye propaganda yapan birisi işlerini yaparken sürekli otomobilini kullanıyorsa bir şekilde doğaya zarar veriyordur. Çünkü sadece ormanların yok olması değil ozon tabakasının delinmesi de doğanın yok olması için bir sebeptir.  O halde söz konusu fotoğrafçının sanat eserine olan yaklaşımının samimi olmadığını söyleyebiliriz.


  Kısaca özetlersek bir fotoğrafı sanatsal olarak değerlendirebilmek onu estetik olarak hoş bulup bulmamakla alakalıdır. Güzel bir makineyle yaşanılan ortamı net bir şekilde dijital ortama aktarmak ‘’ Fotoğrafçılık Sanatı ‘’ içerisinde değerlendirilemez. Ortaya çıkan üründe sanatsal bir kaygı olmalı ve estetik olarak göze çarpan şey sanatçı perspektifiyle ele alınmalıdır.




   FOTOĞRAFLARIN RENKLİ DÜNYASI

   Fotoğrafçılık ,yaşamızı renklendiren ve zenginleştiren bir sanat. Fotoğraf makinalarının kullanımı 20. yüzyılda gerçekleşse de doğuşu,19.yüzyıla dayanıyor.Fotoğraflar,bugün artık yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi.Hergün  başımızı nereye çevirsek,elimize hangi dergi, gazete ,kitabı alsak bir fotoğrafla karşılaşıyoruz. Günlük yaşantımızda yüzlerce fotoğrafa bakıyoruz. Ailemizi,gittiğimizi yerleri,arkadaşlarımızı hemen  o ana kaydediyoruz.    Fotoğraflar birçok alanda ,çalışmalarda vazgeçilemeyen bir araç.Ve fotoğrafçılık artık bir meslek, bir sanat haline geldi.Yaban Yaşamı ,Gökbilim,Haber, Moda, Hava, Reklam Fotoğrafçılığı bildiğimiz başlıça fotoğrafçılık dallarındandır.


  Gördüğümüz , hayran kaldığımız, bizde oradaymışız hissi yaratan fotoğrafların çekilebilmesi için, bazen bir tek an için günlerce beklenebiliyor...Zor ama bir o kadar zevkli bir sanat olan fotoğrafçılğın ürünleri tatmin edici güzellikte oluyor.Anı ölümsüzleştirmenin en güzel,en zevkli, en renkli  yolunun fotoğraf çekmek olduğunu düşünüyorum.Umarım hep çekilen fotoğraflar mutluluk verici ve renkli olur.




  GÜNÜMÜZ & HEYKEL


  Heykel denildiğinde akla ilk düşen şüphesiz; 'Batı akımları' oluyor. Batının adeta tarih boyu en fazla taşlanmış sanatı. Görsel sanatların içerisinde  tarihi araştırmalara en fazla ışık tutan  bulgular...

Heykelcilik...

  Bazılarının ilahi bir amaca hizmet ettiğini var sayarsak , tarihi oldukça eskilere kadar gidebiliyor. Hepsinin kökünde tasvir ve en önemlisi betimlemenin hayal gücünü tetikleyen  kısımlarından oldukça payını almış. 

  Hayal gücü ve yaratıcılığı doğuran tarihler boyu süregelen o muhteşem kavram; İnanç. 

  Peki diyebilir miyiz ki heykelin ana vatanı inançtır? Aslında yanlış sayılmaz bu sav. Çünkü dünya üzerinde yapılan araştırmalarda çeşitli çağlarda yaşamış canlılar, buldukları taş, mermer, ağaç gibi metalar sayesinde ibadetlerini yansıtacakları bir 'şey' meydana getirmişlerdir. Bu merak edilen kavram, asırlar boyu insanların tapındıkları simgeler haline gelmiştir.  Toplumsal hayatta başarısızlık ve şansızlıkla  karşı karşıya gelen kavimler, inançlarını ve dileklerini kabul etmesi için heykelcikler yapmaya başlamışlardır.Yarattıkları eserler kavimin tamamını kapsar ve ortak mal sayılır. Bu sebeple heykelcilik, zamanla gelenek olarak devam etmiş ve kişisel anlamda özellik taşımaktan men edilmişlerdir.


  Günümüzde ise; sanatın kaçınılmaz sonu heykelde de kendini göstermiş ve işin ticari boyutları, işin inceliğini çoktan geçmiştir. Özellikle arkeolojik kazılarda bulunan antika özellikteki heykeller satılarak sermaye piyasası içerisinde dönmektedir. Eski bulgular, çoğu müzede hala sergilenmektedir ve özelliklerini kaybetmemeleri için korunmaktadırlar. Ancak, 21. yy da heykelciliğin bir eseri olduğuna inanılan biblo tarzındaki süslemeler hemen hemen her evde bulunmaktadır. Ve heykele yüzyıllarca verilen değerin yozlaştığı günümüz devrinde insanlar sanatın farklı dallarına yönelerek, görsel sanatların tarih kokan çocuğunu ihmal etmektedirler.



   HAYALLER

  Gözlerimizin gördüğü herşeyi zihnimizde bir yerlere kazımk insani bir işgüzarlık mıdır acaba?Sonra geri dönüp yeni yeni anlamlar kazandırmak hayata bakış açımıza..tek bir an..küçücük bir makinenin merceğinden bakarken kaçırdığımız o an..bilmiyorum ama amacımız o anların detaylarını hatırlamaya çalışırken deliler gibi dövündüğümüz anları yaşamak mıdır aslında.. 

  Donuk anların yetmediği zamanlarda kameralar yetişir yardımımıza..bir nevi kendi gözümüzle bakmaktır yeniden yeniden anılara..Ya da hiç tanımadığımz bir adamın gözüyle bakmaktır hayata..aşka..bir oyuna..savaşa..bayrama..tabuta..tabiata,bordo renkli bir sinema koltuğunda..

  Sonra gördüğümüz her bir küçük an dönüşür ütopyaya zihnimizin bizimle oynadığı o yaramaz oyunlarla...Alırız elimize at kılı bir fırça vururuz tuvale,şekillenir her bir hayal kayar gider ilkokul öğretmenimizin çizmeyi öğrettiği gökkuşağının üzerinde...



   CLAUDE MONET


 1857’de, çoğu kadın 129 kişi, insanca yaşama ve çalışma taleplerini haykırırken çıkan yangın sonucu yaşamını kaybetti.  New York’taki bu katliam sonrasında, 1910 yılında 8 Mart,  Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edildi.    Herkes için, özellikle kadınlar için, hayat o yıllarda zordu,  bugün de zor. Hatta yarın da hiç kolay olmayacak.    Ama, ne olursa olsun, her 8 Mart’ta kadınlar daha yaşanılır, daha adil bir dünya için mücadele etmeye devam edecek.  


  Bir anne, bir eş, bir evlat ve kendilerine biçilen diğer rollerle, bıkmadan usanmadan, her gün, gün doğarken, fırçalarıyla tuvalleri ile yeniden çizecekler dünyanın resmini. Siyah, beyaz, mavi, sarı ya da kırmızı ile “başkaldırı”nın anlamını geleceğe taşıyacaklar. Tıpkı kurallara, kısıtlamalara karşı çıkan empresyonist ressamlar gibi.    Bugün size “gün doğumu”nu armağan ediyoruz.  Fransız ressam Claude Monet’in bir akıma öncülük etmiş; umudun, devrimin, ışığın, canlılığın, özgürlüğün, hayatın resmini..


    GÖRSEL SANATLARA SEZGİSEL YAKLAŞIM..

    Gözlerimizin gördüğü herşeyi zihnimizde bir yerlere kazımak insani bir işgüzarlık mıdır acaba?..sonra geri dönüp yeni yeni anlamlar kazandırmak hayata bakış açımıza..tek bir an..küçücük bir makinenin merceğinden bakarken kaçırdığımız o an..bilmiyorum ama amacımız o anların detaylarını hatırlamaya çalışırken deliler gibi dövündüğümüz anları yaşamak mıdır aslında...

    O anların yetmediği zamanlar da kameralar yetişir yardımımıza...bir nevi kendi gözümüzle bakmaktır yeniden yeniden anılara..Ya da hiç tanımadığımız bir adamın gözüyle bakmaktır hayata...aşka..bir oyuna..aç bir çoçuğa..savaşa..bayrama...tabuta..tabiata...

    Sonra gördüğümüz her bir küçük an dönüşür ütopyaya zihnimizin bizimle oynadığı o küçük oyunlarla..Alırız elimize at kılı bir fırça vururuz tuvale,şekillenir herbir hayal,kayar gider ilkokul öğretmenimizin çizmeyi öğrettiği gökkuşağının üzerinde...

    Sahnelenmemiş Bir Oyun

    Bu makalenin amacı ressamların yapmış olduğu eserlerin anlamlandırılırken, görebildiğimizi sandığımız şeyleri belkide tam olarak göremiyor olabileceğimiz durumunun var olmasını düşünmemdir.Belli kavramlar çerçevesinde var olan sanatsal akımlar dahilinde algılamaya çalışıyor ve bunun üzerine yorumlar yapıyoruz peki gördüğümüzü sandığımız şeyi ya göremiyorsak, ya orada bizim anladığımız şekilde bir gerçeklik yoksa, bazen görünenin ötesine doğru uzanan bir serüvene doğru yola çıkmak gerekir.

     Başlangıç olarak renklere olan bakış açısı üzerinden gidelim, Vincent van Gogh'un ilk dönem karakalem çalışmalarında maden işçilerini, köylüleri ele aldığını, patetes yığınlarını, dokuma tezgahları gibi konuları işlemiş olduğunu görüyoruz. Tüm bunlar kasvetli gökler  ve koyu renklerle iç karartıcı manzaralar resmettiği şeklinde yorumlanır, örnek verecek olursak Patates Yiyenler tablosunun o dönemi ve kasveti simgelediği söylenir. Renklerin kişilere hangi anlamları çağrıştırdığına dair yapılan genellemelerin yanlış olduğunu düşünüyorum. Kimine göre kasvet diye nitelendirdğimiz şey ressama göre umutu çağrıştırabilir ya da bakan kişiye göre ya da tersi. Ben hiçbir zaman bu eserlerin sadece ressamlar ve tablolar söz konusu olduğunda değil, örnekleri çoğaltıp buna kitap ve müziğide ekleyebilirz mesela, üzerine ne kadar yorum ve  çözümleme yapılıyor olursa olsun içinde anlamadığımız bir şey var ve hepmizin gördüğü farklı bir şey, önemli olan da bu.

      Bir tablo veya fotoğraf yüzyıllarca farklı bireyler tarafından yorumlanabilir; fakat gerçek anlamı asla kavranamaz, yaratıcısı tarafından ortaya konulan o anlam. Belkide gerçeklik dediğimiz budur. Sevdiğim bir belgesel tiyatro filminde ,diğer insanlara ulaşabilmenin tek yolunun gösteriyi sokaklara taşımak olduğu söyleniyordu, belki bizde renklere yüklediğimiz benzer anlamlarla ve tablolara yaptığımız genel geçer yorumlarımızla birbirmize ulaşmaya çalışıyorduk; ama benzerlik mutluluk getirmiyordu çoğu zaman.


     PARÇALANMIŞ FORM-KÜBİZM


     20. yüzyılın çığır açan gelişmelerle başlaması, sanat akımlarında gerçeklikten uzaklaşmayı da beraberinde getirdi. Gerçeğin olduğu gibi, adeta bir ayna göreviyle yansıtılması inancından uzaklaşan bu yüzyıl akımlarından biri de Kübizmdir. Kelime anlamına bakılınca, duygusallıktan çok uzak ve gerçekliğe çok daha yakın algılanabilecek analitik ve akılcı yaklaşımla ortaya koydukları eserlerde Kübistler, yeni bir yöntem keşfetmişlerdi: resimde sistematik yapılandırma. Modern sanatın, yaratıcılığına epey borçlu olduğu Pablo Picasso'nun da dahil olduğu bu grup, biçimleri parçalara ayırmış ve üç boyutlu geometrik şekillerle yeniden bütünü oluşturmuşlardır. İzledikleri bu yol ile "nesneleri daha kapsamlı olarak betimleme" amaçlıyorlardı. 


    Çağdaşları Fütüristler gibi "zaman" boyutunu resme aktaran Kübistler, zamanın akışının bıraktığı izi tuvale yansıtıyorlardı. Ancak bunu yaparken gerçekliğin kodu "perspektif"i tepetaklak etmiş de oluyorlardı. Onlar için gerçeğin tasviri olmaktan çıkan resim, kendi kanunlarını yazıyor ve yüzeye yerleştirilen canlı bir organizma haline geliyordu. Bu organizma, renkten feragat etme idealiyle kullanmayı tercih ettikleri kahverengi ve gri tonlarında  rahatlıkla algılanabiliyor. Kübist akım ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra, bu gruba dahil olan sanatçılar farklı deneysel çalışmalara başlamış ve sadece boya ve fırça ile çalışmayı bırakmışlardır. Hayatın içinden malzemelerle, örneğin gazete parçalarıyla çalışarak kolajı yarattılar. Gerçeklikten uzaklaşırken, "kolaj" ile sanat-gerçek iletişimini sorgular hale gelen Kübistler yeni bir soruyu da ortaya atmış oldular: - Sanat aynı anda hem soyut hem gerçek olabilir mi? Ve bu, 20. yüzyıl boyunca sanatçıların farklı tarzlarla cevap aradıkları soru haline geldi. 


     ANDY WARHOL DENİNCE... POP ART


    II. Dünya Savaşı'nın ardından yaşanan, beklenmedik ekonomik atılımlar, beklenmedik bir sanat akımına da ortam yarattı: Popüler Sanat kısaca Pop Art. Piyasa ürünleri, günlük nesneler sanat eseri mertebesine yükseldi. Pop Art'çılar, popüler kültürün imajlarını sanatsal imajlara dönüştürerek, resimli medya ile rekabete girdiler. Dönüşerek oluşmuş bu sanat ürünlerini resme bakarak yapılmış resim olarak tabir etmek mümkün.


    Pop Art, yüksek sanat ile toplum kültür arasında kendi düzeyini oluşturdu, ortalarda bir konumu yer edindi. El yapımı ve tek örnek sanat eseri modeli ortadan kalkmış, serigrafi tekniği ile çoğaltılan resimler "moda"yı oluşturdu. Eserlerin eleştirel potansiyeli tartışmalı kaldı çünkü popüler kültürü yeriyorlar mı yoksa yüceltiyorlar mı, kesin sonuca varmak mümkün olmadı. Kişisel bakışa ve yorumlara açık olduğundan, amaçladığına ulaşan bir sanat akımı oldu belki de.. Soyut kavramdan, müze ortamından, sanatın çekinilen havasından uzak bu yeni akım en çok gençleri etkilemiş, eğitim almadan da bu resimlerden anlamanın mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Günümüzde de sosyal paylaşım sitelerinde, instagram uygulamalarında, bir çok profil resminde Pop Art formalarını görüyor olmamız bu özgürlüğe mi dayanıyor?


Renklerin Anlamları ve İnsan Üzerindeki Etkileri

Gri Renk

Siyah ve beyaz renklerin değişik oranlarda karıştırılması elde edilen bir renk olan gri, gözün en rahat algıladığı renklerden biridir. Alçak gönüllülüğü ifade eden, uzlaştırıcı ve denge unsuru olan bir renktir. Ciddiyet ve hareketsizliği çağrıştırır. Çoğu devlet kurumunda ağır basan renktir.


Gri rengi seven insanlar genellikle olaylardan uzak durmayı tercih ederler. Kuralcı, tutucu ve hareketsiz yanları ağır basabilir. Karamsarlık ve içe kapanıklığa da neden olabilir. Aktif ve dışa açık insanlar griyi bunaltıcı bulurlar.


Diplomatik ve ağır ortamlarda denge unsuru ve uzlaştırıcı olarak kullanılabilir. Kullanıldığı ortamlarda bunaltıcı bir havaya neden olabileceği için fazla tercih edilmeyen bir renktir. En iyisi tamamlayıcı renk olarak kullanmaktır.


KIRMIZI RENK

En sıcak renk kırmızıdır. Kırmızı renk fiziksel anlamda hareketliliği, dinamizmi ve gençliği; duygusal anlamda ise mutluluğu, azim ve kararlılığı ifade eder. Bir nevi gücün ve azmin simgesidir. İnsanı harekete geçirir. Hareketliliğin ve azmin ihtiyaç duyulduğu yerlerde kırmızı kullanılması uygun olabilir. Çünkü kırmızı renk insana şevk, azim ve hareketlilik kazandırır. Bundan dolayı özellikle gençlere hitabeden ürünlerde kırmızı sıkça kullanılır.

Kırmızının, özellikle yakın mesafelerden, fark edilmesi kolaydır. Bu nedenle, uyarı işaretlerinde genellikle kırmızı renk kullanılır. Fakat uzaklaştıkça kırmızının fark edilmesi zorlaşır. Bundan dolayı, uzak mesafelerden fark edilmesi istenen işaretler için mavi renk daha uygundur.

Kırmızı ilk anda dikkat çekicidir, fakat uzun süre kırmızı ışığa maruz kalınırsa rahatsız ve tedirgin edici olmaya başlayabilir. İlk anda kendine çeken kırmızı, sonra kendinden uzaklaştırmaya başlayabilir.

Kırmızı renk iştah açıcı olmasının yanında zaman kavramını da unutturmakta ve uykuyu kaçırmaktadır. Bu nedenle, özellikle yemek odalarında ya da lokantalarda tercih edilebilir. Kolay fark edilmesi, önce kendine çekmesi ve sonra uzaklaştırması fast-food türü işyerlerinde çok sık olarak kullanılmasına neden olmaktadır.

Uzun süre kırmızıya maruz kalmak duyarsızlığa, kabalık, kızgınlık ve saldırganlığa zemin hazırlayabilir.

Kırmızı renk tansiyonu ve kan akışını hızlandırır. İnsana hareketlilik kazandırır ve mutluluk verir. Bu özellikleri ile hüzünlü olanları neşelendirmeye yardımcı olur. Kansızlık , soğuk algınlığı ve felç gibi şikayetleri olanların tedavisini destekleyici olarak kullanılabilir. Bununla birlikte yüksek tansiyon, gerginlik ve yüksek ateş gibi olumsuzluklara da zemin hazırlayabilmektedir.

Kan akışını hızlandıran ve hareketliliği teşvik eden kırmızı aynı zamanda tahrik edicidir. Bundan dolayı, özellikle çocuk sahibi olamayan ya da birbirine daha yakın olmak isteyen çiftler için yatak odasında ve geceliklerin de tercih edebilecekleri bir renktir.

Kırmızı temalı Kanvas Tablo çokça sitemizde bulunması mümkündür. www.canvasci.com adresinin ana sayfasında arama butonuna kırmızı yazıp aramanız yeterli.


Renklerin Anlamları ve İnsan Üzerindeki Etkileri 

Pembe Renk

Kırmızı ile beyazın birleşmesi ile elde edilen pembe renk, kırmızı gibi canlılık verir ama daha yumuşaktır. Mavi renk erkeklerin, pembe ise bayanların rengi olarak bilinir. Neşe ve mutluluk veren bir renk olan Pembe aynı zamanda hayallerin ve aşkın rengidir.

Pembe kız çocuklarının rengidir. Saflığı ve sevimliliği çağrıştırdığı için kız çocukları en çok pembe renklerle bezenir. Bu nedenle, özellikle kız çocuklarının odalarında kullanılabilir. Sakinleştirici etkilerinden dolayı hapishane ve uyuşturucu tedavi merkezlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca, pembenin rahatlatıcı etkisinden dolayı, müşterilerin pembe giyen kasiyerlere daha rahat ödeme yaptıkları tespit edilmiştir. Bu nedenle, pek çok mağaza ve markette kasiyerler pembe giymektedir.

Çalışma ortamları için çok uygun bir renk değildir.

Pembe renk, kişide olumlu duyguların oluşmasına yardımcı olur. İnsanı sakinleştirir ve vücudu rahatlatır. Sinir ve böbrek hastalıkları ile epilepsi (sara) hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır.

Pembe rengi seven insanlar, ki bunlar genellikle kadınlardır, duygusal, neşeli, sorumluluklarının bilincinde ve biraz ürkektir, fakat çekingenliklerini fazla belli etmezler.

www.canvasci.com adresinde resim çizerler istedikleri her boyutta tuval bulabilirler.En güzel pembe tonlarını çizmek için:)


    SİYAH BEYAZ FOTOĞRAFLAR

           

      İlk kez siyah beyaz fotoğraflarda görmüştük yüzümüzü.Siyah beyaz fotoğraflarda gördük bebeklik,çocukluk,gençlik hallerimizi.Renksiz ve soluk.Sonra renkli fotoğraflar çıktı.Ama sadece o siyah beyaz görüntümüzün üzerinde kırmızı bir renk baskısı.İşte renkli fotoğraf buydu.

      Şimdi ise teknoloji o kadar ilerledi ki,bırakın rengarenk fotoğraflarımızı,fotoshop denen programla bizi ne hallere getirebiliyorlar.Yüzündeki pürüzler yokoluyor,vücudundaki kusurlar kapanıyor.Kiloluysan zayıf görünüyorsun,yaşlıysan genç oluyorsun,saçın kısaysa uzun oluyor,sarıysa siyah olabiliyor.Tabi ki de bunun da faydalı olduğu yerler var.Basın yayın organlarında çok işe yaradığı bir gerçek.Ama kimlerin işine yaradığı da başka bir tartışma konusu.

      Ben yine de derim ki eski fotoğraflar...Hani buram buram biz kokan.Hiç değişmemiş ve asla değişmeyecek.Renklerimiz olsa da olmasa da şişman,bıyıklı,sakallı,yaşlı,genç,uzun yada kısa saçlı...Gerçek fotoğraflar.


Renklerin Anlamları ve İnsan Üzerindeki Etkileri 

Yeşil Renk

Yeşil, tabiata hâkim olan renktir. İnsana huzur verir ve rahatlatır. İç açıcı ve güven veren bir renktir. Aynı zamanda umudu, yeniliği, gençleşmeyi ve yeniden canlanmayı çağrıştırır. Paylaşım, cömertlik ve uyumun rengidir.

Yeşil rengi seven insanlar genellikle üretken, çevresiyle uyumlu, içten ve doğayı seven insanlardır. Aynı zamanda hareketlerinde dengeli ve düzenlidirler.

Yeşil renk, üretkenliği arttıran etkisiyle özellikle mutfak için uygundur. Hastanelerde de hastaları rahatlatmak için kullanılması faydalı olur. Girişlerde yeşil renk kullanılması girilen ortama güven duymaya ve rahatlamaya vesile olur.

Yeşil renk insanı rahatlatır ve huzur verir. Gözleri dinlendirir. Verem ve kalp hastalıklarına karşı faydalıdır. Mide rahatsızlıklarına karşı direnci arttırır. Zehirli maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasına yardımcı olur. Sinirleri destekler. Hücrelerin yenilenmesini ve onarılmasını sağlar.

Olumsuz etkileri olarak, aşırı rahatlama sonucu umursamazlık, yorgunluk hissi ve tembelliğe, ayrıca kıskançlığa neden olabilmesi sayılabilir. Çalışmaya yatkın olmayan, yani tembel, kişilerde tembelliği daha da arttırabileceği için bu kişilerin çalışma ortamlarında yeşil rengin hakimiyetinden kaçınmak faydalı olacaktır.



   Antik Yunan Bahçe Sanatı


    Bahçe sanatı ulusal refah ve sanat anlayışı ile doğru orantılıdır. Genelde ekonomik açıdan ilerlemiş toplumlarda var olmuş ve gelişmiştir. Bahçe sanatı, bir nevi refahlığın ve ileri düzeyde sanat ve zevk anlayışının bir ürünüdür. Özellikle Antik Yunan uygarlıkları, refah ve uygarlık alanında oldukça ileri bir toplum oldukları için, bahçe sanatında kayda değer bir ilerleme kaydetmişlerdir.

     Antik Yunanistan’da,  dağlık arazi ve savaşlar sonucu gelişememiştir. Antik Yunanistan’da ilk bahçe sanatı izleri Girit’te olduğu görülmektedir. Girit mimarisinin karakteristik özelliklerinin tamamını Knossos ve Mallia saraylarında görmek mümkündür. Knossos Sarayı’ndaki mimari yapının labirent gibi olmasına rağmen oldukça kullanışlı olması dikkat çekmektedir. Özellikle bu sarayın avlusu etrafında bulunan havuzlu bahçeler ve teraslar o devir açısından bir devrim niteliği taşımaktadır. Büyük İskender döneminde Yunanistan’da bahçe sanatı oldukça ilerlemiş, Persler, Hintliler ve çeşitli Mezopotamya uygarlıkları ile kurulan kültürel ilişkiler Yunan kültüründe etkisini göstermiştir.  Yunan bahçe sanatının şekillenmesinde dini inançlar, yaşam koşulları ve halkta bayağı etkili olmuştur.  Özellikle filozofların fikir alışverişinde bulundukları yerlerin ağaçlandırma adeti, sonunda filozoflara özel bahçe tesis edilmesine kadar ilerlemiştir. Eflatun önderliğinde oluşan bu hareketle bahçeler ilk defa eğitim alanı olarak kullanılmıştır. 

     Yunan bahçe sanatı, aynı zamanda ekonomi açısından da oldukça yara sağlamış ve meyve-sebze tarımı ve yetiştiriciliği vs. bu bahçelerde yapılmıştır. Aynı zamanda Roma uygarlığında da devam eden ve ‘’ilk nadir bitki görme isteği’’nin sonucu olan egzotik bitki yetiştiriciliği ilk defa Antik Yunanistan’da bahçe sanatı sonucu görülmüş ve bunun dışında ticari amaçla da çiçek yetiştiriciliği yine bu bahçelerde yapılmıştır.


 

   Edouard Manet


    Bireysel bir ressam olmayı tercih eden Manet, burjuva bir ailenin çocuğuydu. 1832-1883 yılları arasında yaşamıştır.  Bütün sanat yaşamı boyunca akademi ile mücadelesini sürdürmüştür. Burjuva bir aileden gelme olduğu için resminde modern hayatın izleri dikkat çekmektedir.

     Manet, önemli Fransız ressamların Louvre’deki yapıtlarını inceleyerek özümsemiştir. O dönem tazeliğini koruyan bilim kuramlarını ve objelerin doğada, açık havadaki halini incelemiştir. Özellikle realizm (gerçekçilik) akımından empresyonizm (izlenimcilik) geçilmesinde onun da önemli bir payı vardır.

     19. yy de sanatçılar eserleri için konu olarak tarih, mitoloji, din ve işçi sınıfından yararlanıyorlardı. Manet’in en önemli eserleri arasında yapıtları arasında yer alan ‘’Kırda Kahvaltı’’ 1863 yılında  Paris Sanat Fuarı’nda jüriden kabul görmemiştir ve eseri o dönemki ‘’Reddedilenler Salonu’’ nun yolunu tutmuştur. Bu eser, o dönem büyük bir skandal yaratmıştır. Çünkü konu olarak mitoloji yerine gündelik yaşamın ve gerçek kişilerin ele alınması, bir ayıp olarak görülmüştür ve bu eserin sanata layık olmadığı yönünde olumsuz eleştiriler almasına yol açmıştır.

      Sanatçının Folies Bergeres eseri, onun tarzının ve sanat deneyimlerinin bir eserde buluştuğunun göstergesidir. Aynı zamanda Manet’in eserlerindeki yalınlığın sebebi Japon sanatının etkisidir.  


İLK ÇAĞDAŞLAMA İZLERİ

    III. Napolyon, 19. yy de imparatorluk tacını giydiğinde, Paris’i olağanüstü bir şehir haline getirmesi için o dönemki belediye başkanı Georges Haussmann’a görev vermiştir. O dönem Paris, Fransız İhtilali etkisi ile oldukça fazla göç almış, şehirde işsizlik, konut sıkıntısı ve hastalık vs. etkenler baş göstermeye başlamıştır.

    20 yıla yakın bir sürede dünyanın en büyük şehir planlamalarından biri yapılmış, Orta Çağ yapılarının olduğu  birçok yere değişik mimari usullerle, büyük ve zengin apartmanlar dikilmiş ve bulvarlar yapılmıştır. Bulvarların olduğu yerde opera, tiyatro binaları, mağazalar ve sanat galerileri gibi yapılar ile burjuva sınıfı bir araya gelmiştir. 

     1725 yılında kurulan Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nin, 18. yy sonu ve 19. yy başları arasına kadar  organize ettiği Paris Salonu sergileri, dünyanın en önemli sanat etkinlikleri arasında yer almıştır. Yabancı sanatçılarında bulunduğu ve genç sanatçıların kendilerini kanıtlama fırsatı bulduğu bu sergide yeni sanat ürünleri de sergilenmiştir. Kısa bir süre sonra dünyanın belli başlı yerlerinde (Londra, ABD vs.) büyük çaplı sanat fuarları ortaya çıkmıştır.  Fakat sipariş usulünün yerini sergilerin ve galerilerin alması yüksek zümre ve sanatçı arasında kopukluğa zemin hazırlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan fotoğraf sanatı resme büyük oranda rakip olmuştur. Manzara, dönemindeki estetik kurallar nedeniyle sevilen bir tema olmuştur.

      Fransa’da, 1830’lu yıllara doğru, resimde konunu doğadan seçilmesi gerektiğini ve duyguların yansıtılması gerektiğini savunan sanatçılardan oluşan,  T.Rousseau ve C. Corot önderliğinde bir ressam grubu ortaya çıkmış ve bu gruba ‘’ Barbizon Okulu ‘’ adı verilmiştir. Bu olay izlenimcilik akımının doğmasına zemin hazırlamıştır.


Kinetic Art


   Kinetik Sanat, diğer bütün akımlardan kendisini ayırabilen ve o akımlara karşı farkını koruyabilen, ileri uygarlığın nimetleri ile yoğrulmuş bir sanat akımıdır. Zekice tasarlanmış, optiği temel alan, yanılsamalara sebep olan bir sanat akımıdır. Algılama yeteneği ve yorum bu sanattaki önemli öğelerdir. Sanatın öncüsü ise Macar asıllı sanatçı V. Vesarely’dir.

   Kinetik sanatta illüzyon söz konusudur. Eseri inceleyen kişi, çeşitli göz oyunlarına maruz kalır. Kinetik sanat Konstrüktivizm’den ilham almıştır . Zaten bu akımın temellerini oluşturanlar da konstrüktivistlerdir.  Bu akımda yüzeyler ilgi çekici düzenlemeler ile doldurulur (kare, daire, çizgi vs.).  

   Rus heykelci kardeşler Pevsner ve Gabo manifestolarında sanatın durgun rtimine artık son verilmesi gerektiğini ve sanatta kinetik ritimlerin sanatta daha fazla yer bulması gerektiğini savunmuştur. Gabo, aynı zamanda radyo istasyonu projesini hazırlarken, Brancusi’nin yetkin kuş biçiminden etkilenmiş ve iletkenliği fazla olan bir metal aracılığı ile titreşen bir heykel denemesinde bulunmuş ve bunun adını ‘’Kinetik Konstrüktivizm’’ koymuştur. Fakat bu türü devam ettirememiştir.

   1960 sonrasında Avrupa’nın birçok yerinde bir fenomen haline gelmiştir. Avrupa’nın dört bir yerinde sergiler açılmıştır. Çeşitli malzemeler ve teknikler kullanılmıştır. Hatta bilgisayarlardan bile yararlanıldığı görülmüştür.


Michelangelo

Rönesans’ta sanat alanında isim yapmış önemli sanatçılardan biri de Michelangelo’dur. Michalengelo’da çağındaki birçok sanatçı gibi usta-çırak eğitimi almıştır. Özellikle insan vücudunun güzel ve etkili bir biçimde sunabilmenin yollarını araştırmıştır.
     Neredeyse otuzlu yaşlarında Leonardo Da Vinci ile denk tutuluyor ve bir deha olarak gösteriliyordu. Michelangelo her ne kadar iyi bir ressam olsa da asıl ününü resimden değil, heykel sanatından elde etmiştir.  Özellikle günümüzde Hristiyanlar’ın ruhani lideri Papa’nın olduğu ve Hristiyan kültürünü en iyi şekilde yansıtan Vatikan şehrindeki Sistine Şapeli’ndeki Adem’in Yaratılışı freski, onun kusursuz eserinin çok küçük bir parçasıdır.  Şapeldeki bütün tavan oldukça güzel dinsel betimlemeler ile renklendirilmiş fakat en vurucu yer esenin ekseni etrafında konumlandırılmıştır. Bu eserde Tanrı’nın insanoğluna hayat verilmesi betimlenmektedir.
      Taşa kazandırdığı ruh ile Rönesans dönemindeki birçok sanatçıdan ayrılan Michalengelo, heykel sanatında oldukça başarılı betimlemeler yapmış, mermeri oldukça hassas ve zarif bir şekilde kullanmıştır. Özellikle Pieta ve Davud heykeli, onun heykel alanında bir dahi olmasının büyük ölçüde kanıtlar niteliktedir.

Pop Art

20. yy ortalarında resimsel soyutlamayı reddeden sanatçıların bu akımda birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. ABD ve İngiltere her ne kadar bu akımın öncüleri olsalar da bu akım iki ülkede bağımsız şekillerde ortaya çıkmıştır.
     İngiliz pop sanatının öncüsü R. Hamilton’dur. Amerikan pop sanatında ise resimsel soyutlamanın etkisi söz konusudur.  Popüler nesneler, resimsel soyutlama ile harmanlanmış, popüler kültüre ait nesneler bireysellikten uzaklaştırılmıştır. Fakat örnek alınan imgeler anonim kimliklerinde çok uzaklaştırılmamışlardır, temele bağlı kalınmıştır. Bu akımın ABD ayağının önemli sanatçılarına Andy Warhol ve eserlerinde çizgi roman öğelerine sık sık yer veren R. Lichtenstein örnek verilebilir.
     Bu akım, özellikle resim ve fotoğraflarda etkisini göstermiştir. Pop Art, klasik akımlara bir nevi başkaldırıdır.  Özellikle afişlerde kendisine sıkı yer edinen bu akım daha sonraları eski popülaritesini kaybetmiştir. Fakat bu akım tekrar eski modasını kazanmaya başlamış, eski film yıldızı ve şarkıcıların (özellikle Marilyn Monroe)  siyah-beyaz canvas tablolarında bu akımın izleri net bir şekilde görülmüştür.  
     Pop art akımı izlerini taşıyan sanatçılarda gerçek ve klasik formlara bir başkaldırı, onları alaya alma ve yeni bir bakış açısı yaratma gibi özellikler vardır.


Sanat ve İdeoloji

Sanat ve ideoloji. İkisi de birbirinden farklı ve alakasız olarak gözükür. Sanat, hayal gücü ve yaratıcılığın dışa vurumudur. İdeoloji ise bir toplumun eylemlerine, duruşuna ve görüşüne yön veren düşünceler bütünü olarak tanımlanabilir.  Fakat bu iki kavram bir araya geldiğinde birçok konu ile bağlantılı olduğunu görürüz.
     Sanat,  birçok yerde kendisini bir şekilde gösterebilir. Fakat baskıcı ve kuralcı diktatörlük rejimlerinde kendisini gösteremediği de acı bir gerçektir. Buna örnek olarak, Nazi Almanyası, SSCB ve sosyalist Doğu Avrupa ülkeler, hatta şeriat ile yönetilen toplumlar da gösterilebilir.
     1917 Ekim Devrimi’nde Komünizm farklı şekillerde kendisini Dünya’nın çeşitli coğrafyalarında göstermiştir (Örn ; Çin ).  Komünizm de amaç sınıfsız bir toplum yaratmaktı ve baskıcı Komünist parti, bunu uygulayabilmek için önlerindeki tüm engelleri zorla kaldırıyordu. Bu alandaki en büyük engel ve düşman Kapitalist Batı olmuştur. Kapitalist Batı’yı söküp atmak için halkın her şeyine, dinlediği müziklere, okuduğu kitaplara, yedikleri yemeklere kadar her şeye karışmışlardır.
      Özellikle sanat, bu durumdan nasibini oldukça ağır bir şekilde almıştır. Özgür düşünce ortamı olmadığından dolayı, sanatçıların kendilerini sanatları ile kurtarabilecek iki yolu vardı ; ya baskıcı rejimin çizdiği yolda sanatını ifşa edecek ya da o yeri terk edecekti. 
      Sosyalist devletlerde sanat tek bir ölçüte dayandırılıyordu :  Sosyalist Gerçekçilik.  Sosyalist Gerçekçilik, sanatın Komünizm’e hizmet etmesi gerektiğini savunan bir sanatsal öğretidir. Sosyalist Gerçekçilik, 60 yıl boyunca uygulanmıştır. Bu durumun ortaya çıkmasının en önemli sebeplerinden biri de Çarlık Rusyası’nda Kübizm, İzlenimcilik gibi sanat akımlarının,  - Bolşevikler’e göre ‘’burjuvazi’’  olan – oldukça yaygın olmasıdır.
       Sosyalist Gerçekçilik öğretisine tamı tamına uyan ve mimaride ortaya çıkan Konstrüktivizm bu duruma örnek gösterilebilir. Bu akım, ‘’sanat sanat içindir’’ görüşüne karşı çıkmıştır ve sanatı toplumun emeline yarar sağlamayı görev edinen üretim şekli tanımlamıştır.


AKADEMİK SANAT

Akademi, Eski Yunanda, Atina'da Platon'un öğrencilerine ders verdiği bir ağaçlık yerdir. Sonraları bu isim, ilim kurumu anlamına akademya alarak değiştirilmiştir. Bu. günkü anlamı altında Güzel Sanatlar Akademileri ve diğer akademiler anlaşılmaktadır. Akademi aynı zamanda çıplak modelden yapılan çalışmalara da denmektedir.
Akademi geleneklerine sıkı sıkıya bağlılık; Klasik kurallardan ayrılmama olarak da tanımlanan Klasik akademi kuramı ve eğitiminde, sanatın uygulanması ve değerlendirilmesi ya da sanat beğenisinin geliştirilmesiyle ilgili her şeyin akılcı bir çerçeve içine alınabileceği düşüncesi temeldir. Sanat, akılcı ilkeler aracılığıyla öğretilip incelenebilir. Akademizm sözcüğü bu anlayışın olumsuz yanlarını vurgulayan bir anlam taşır. Romantik anlayış, sanatçının, yapıtlarını öğretilemeyen ve kurala bağlanamayan bir esin ışığında yarattığını ileri sürerek, akademizme karşı çıkar.
Sanatçı ve zanaatçı ayrımının henüz yapılmadığı ortaçağda, lonca ve atölyeler bir anlamda eğitim kurumu işlevi görmüş, "akademi" terimi ilk kez Rönesans İtalya'sında ortaya çıkmıştır. Terim, Platon'un M. Ö. yaklaşık 387'de Atina yakınlarındaki bir zeytinlikte felsefe dersleri verdiği Akademeia'dan kaynaklanmış ve 15. yy.ın ortalarında İtalya'da Platonculuk'un yeniden gündeme gelmesiyle Rönesans döneminde bütün felsefe ve edebiyat çevreleri bu adla anılmıştır.


BİRİNCİ ULUSAL MİMARLIK SANATI

Birinci Ulusal Mimarlık Akımı yada Neoklasik Türk Uslubu genellikle 1908 ile 1930’lu yılların arasında kullanılar bir mimari üsluptur. Her ne kadar Osmanlı zamanında çıkan bir akım olsa da esas etkisini Türkiye Cumhuriyeti zamanında görebiliriz. Mimar Kemalettin ve Vedat Tek’in başlattığı ilk başlarda adının Neoklasik Türk Üslubu olduğu ama sonraları Birinci Ulusal  Mimarlık Akımı adı altında olan mimari üslup Türk tarzını yaratmayı hedeflemiştir. Bununla birlikte aşırı milleyetçi bir düşünce hakim olsada bir çok mimari yapıda Osmanlı yapılarındaki süslemeleri kullanılmıştır. Ne kadar çok Osmanlıdan süslemeler kullanılmışsada Osmanlı zamanında sadece dini yapılarda kullanılan kubbe saçak gibi mimari yapılar bu akımda kamu yapılarında daha çok kullanılmıştır. Bu akım ancak kamu binalarını etkileyebilmiştir. Bu akıma bazı kesimler de Yeni Osmanlıcılık yada Osmanlı Canlandırmacılığı adı verilmiştir.
Bu akımın başlıca isimleri  Mimar Kemalettin ve Vedat Tek olmakla beraber İtalyan asıllı olan Giulio Mongeri’dir. Bu akımın en önemli örnek mimari yapılarından bir kaçını Mimar Kemalettin’in İstanbul’a inşa ettiği Kemer Hatun Camisi ve Ankara da bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Demiryolları merkez binası  olarak görebiliriz. Mimar Kemalettin tarafından tasarlanan 1926 ve 1927 yıllarında yapılan Vakıf Apartmanı bu akımın en önemli yapıtlarından biri olarak sayılır.